Kardaki Mektup

Kar, çocukluğun minik parmaklarına öpücükler kondurur. Saf olmanın ve kalmanın asaletiyle gülmenin; sevdanın, iyiliğin, huzurun, sessiz sessiz büyümenin ve büyülenmenin adıdır. Ömrün son deminin hatırlatıcısıdır.


Nedense, farklı duygu ve düşüncelere sahip insanlarda aynı duyguları uyandırır kar…


Gece yarısını çoktan geçmiş bir gece vakti…Sessiz sessiz yağan kar ile düşünceler duygular kabarıyor. Mis gibi diyorum. Karı anlatacak en güzel kelime bu galiba diyorum.


Hani bazen kıyısına gelir gibi olursun ya hayatın. Öylesine yapayalnız, başıboş ve beyhude hissedersin ya kendini. Kelimelerin ve yaşanmışlıkların çok yetersiz olduğunu, basit kalacağını hissedersin ya... Ve “bir Allah’ım var” dersin. Benden haberdar, iç yüzünü bilen bu olanların. O zaman yüreğinin ıssızlıklarında bir hoş sada tüllenir. Issız sahralarda çatlamış ruhuna bir vaha gibi gelir o dayanmışlık…


Özellikle de kar tanelerindeki masumiyet ve intizamı kim yapmışsa, ruhumuzun o bazen nazikleşen ince ve kırılgan yerlerine de o hakim düşüncesi, boşlukları bir hava gibi doldurur…


Her bir kar tanesiyle bir sanatçı ve mühendis edasıyla ilgilenmenin insan zihnine verdiği ufuk ve sonsuzluk karşısındaki hayranlık, coşku ve acizlik tarifsiz diyarlara sürükler bizi…


Kaba, haşin ve es geçen yanımızın açtığı yaraya, “dur hele bir… bana bak da nasıl biraz sonra eridiğim halde bu intizam ve mükemmellikle dercedilmişim” mesajı var kar tanesinde…


Aslında Allah’ın gör dediği yerden bakmanın verdiği hazinedir bu…Her şeyden çok şey çıkarma ya da pozitif yaklaşım… Böyle bakınca başkası için pek bir şey ifade etmeyen görüntüler, olaylar ve durumlar sahibine mutluluklar, düşünceler ve ilhamlar verebiliyor…


Böyle bakınca, kainat büyük ve coşkun bir kitaba dönüşüyor. Öğrenmenin, düşünmenin ve gelişmenin yerleri her yere ve herşeye taşınıyor. Okumak için sinekten tutun da, hayatımızda öylesine geliştiğini zannettiğimiz olaylar müthiş, heyecanlı ve akıcı bir kitaba dönüşüyor…




Bu bakmayı merkeze oturtmuş dilin aldığı tat, kulağının işittiği ses başkalaşır. Böylelerinin kuru ekmekten aldığı tadı, buna sahip olmayan biri, nice taamın olduğu sofradan almayabilir. Buna sahip birinin bir çadırdan aldığı keyfi, diğeri bir köşkten almayabilir. Buna sahip olanın bir dostta bulduğunu diğeri etrafındaki nice insandan almayabilir. Böylesinin sözlüğünde kalite, sayısal nicelikte, çoklukta değilken, diğerinde güç ve kalite, sayısal çokluklara endekslidir. Ve böylesinin iyisindeki ölçüt eski ve yeni olma hali değilken, diğerinde iyi olan yeni ve modaya endekslidir. Yeninin üzerinden geçen kısa bir zaman onu değersizleştirirken, pozitif olan bakışta iyi diye bildiğinin iyi olma durumunun kendisi değer merkezine oturmuştur. Adeta onun iyisi taşa yazılmış yazı gibi sonsuzluk kazanırken diğerinde kuma yazılmış bir an gibidir. Onun, ‘iyi’ diye kavramını bulan durumlar, kendindeki haz durumuna değil de bütünün içindeki fonksiyona bağlı iken, diğerinin iyisi, onu emmekten aldığı hazza bağımlıdır. Onun emdiği emzik, tadını yitirdi mi tadı eksilir ve o iyi artık kötü olmuştur…


Birinde hayatı lezzetlendiren hedeflere ulaşmak iken diğerinde ise hedeflere ulaşmak için verilen mücadeledir. Anlamlı bakışta keyifli olan sonuçtan çok süreçtir. Amaca ulaşmadaki gayretin verdiği lezzet, amacın kendisinden çok daha keyif verici bir maceradır. Hedefin kendisini kutsayıp yol üzerindeki küçük tatların keyfine varmamak hayatı ıskalamaktır kısaca.


Cüneyt Ülsever’in dediği gibi, “ Bir yavru kediyle hiç oynaşmadan, bir bebeğin gözlerinin içine bakmadan, açan çiçeklere sevinmeden, solan yaprağa hüzünlenmeden, yağmurda sırılsıklam ıslanmadan, karda yuvarlanmadan, kendini serin sulara atmadan yaşanan hayat da ıskalanmış hayattır.” 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk