Kör Dövüsü

   Bugün destek odasında Ali ile çalışırken bu hikaye ile derse başladık. 

"Adamın biri geceleyin yürüyordu. Şehrin ünlü bilgininin bir elinde fener bir elinde su dolu kovayla kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Aklından,

"Şu yaşlı ve kör bilgeye bak hele! Gözleri görmediği hâlde el feneriyle dolaşıyor. Ne komik!" diye geçirdi. Bilgeye yaklaşınca:

-Bugün beni çok şaşırttınız efendim! Siz ama bir adamsınız. Sizin için gece ve gündüz birdir. Niçin kendinize ağırlık edip bir de fener taşıyorsunuz, diye sordu.

Bilge:

-Doğrusu ben senin bu soruna şaşırmadım. Çünkü kendini zeki sanan kişilerin bu tür sorularına alıştım. Bu el feneri gerçek körlerin bana çarpıp su kabımı kırmalarını önlemek içindir.

-Gerçek kör mü?

-Olayları sadece bir yönüyle değerlendiren kişiler gerçek kördür. Bu tür kimseler kendilerini evrenin merkezinde görürler. Bu özellikleri akıllarına perde olur, olayların iç yüzünü göremezler."

                          *   *   *

 Bugün körlüğümüze neden olan kafa karışıklığıdır. Amaçsızlık, model insan yoksunluğu, aşırıya kaçan dünyaperestlik, devşirilen ilmi bile Tanrılardan ateş çalan Prometus gibi cüzzî menfaati için umumun selametini yok sayması... Siyaset eliyle olumsuz yönde tahrik edilen duygularla açılan cepheleleşmede dün dost eylediğini kolayca düşman belletebiliyor. Ortak paydaların hatırı hiç yokmuş, yaşanmamış gibi ufacık bir merhameti ve hoşgörüyü birbirinden esirgeyen bir toplum inşa edilmiş görünüyor. Tarafgirliğin ateşlediği kör dövüşte canını yaktığın belki de senden daha iyi biridir. Tarafını tuttuğun belki de zarardır sana. Bana bu yerini belli etme işinde birçoğumuzun çok da sindirerek, düşünerek hareket etmediği gibi geliyor. Fransız düşünür ve sosyolog Lee bonn "Kitleler Psikolojisi" kitabında 21. yüzyılın bir kitleler çağı; düşünce ve ideolojiden çok his ve duyguların, telkinlerin, propagandanın baskın olacağını, bireyin içselleştirerek yaptığı eylemlerden çok, içinde olacağı kitlenin beyniyle hareket edeceğini söylerken, şimdiki ve bundan sonra daha da artacak gibi görünen toplumun resmini çekiyor.


Kitle iletişim araçlarının telkini ve kutuplaşmaların yoğun bombardımanına maruz kalan birey artık onu var kılan gerçeklikten uzak sanal kimliklere veya gruba bürünüyor. Kendi sahasında onu var eden kollektif kimlik, aidiyet duygusunu tahkim eden kültürel ve dini değerler yerine tam olarak derinliğini bilmediği şuur dışı eylemlerde sarkaç gibi gidip geliyor. 


Yalnızken heybesine devşirdiği incilerin kitleye girdiği zaman dağılıp şuur dışı söz ve eylemleri sonrasında "bunu yapan ben değildim sanki" durumunu yaşayanlara çok da yabancı değil kimse. Yalnızlığında karar kıldıklarını tahkim edip karar kılan emekle yoğrulmuş bir okuma, yürüyüş ve uzun bir süre o düşüncenin bahçesinde kalma olmadığı için kısa sürede sürüye kapılması, kitlenin beyniyle fikrinden istifa etmesi kaçınılmazdır. Çünkü, kitlenin şâşâlı ve bekâlı zannedilen bir illüzyonunu yaşayarak kontrolsüz davranışlarının sonuçlarını da üstleneceğini, sıkıntılarını göğüsleyeceğini sanırlar. "Bu kadar insan ve bu debdebeli saltanat benim gibi biricik insanın cüzzi isteklerine kayıtsız kalamaz, kalsa da benim bilmediğim ama onların bildiği var" zannıyla iradesini laçkalaştırarak aklını başkasının kesesine koyar. Kitlenin hiç de kesin olmayan bir şüphesine kendi deneyim, tecrübe ve okumalarını feda eder. Artık bir birey değil bir kurban fedaidir. Hedef gösterilen, suyun diğer yakasında olduğundan bizden olmayandır. İyi tarafın salt kendi bulunduğu yer olduğuna mutlak inancın perçinlediği kör görüşte "karşı taraf kötüdür ve öyleyse kötüye merhamet iyiliği yok etmektir" diye bakar. Pascal bu durumu "Düşünceler" adlı enfes kitabında harika bir metaforla vecizler:

" - Kendi çıkarın için niye beni öldürmeye kalkıyorsun? Ben silahsız biriyim.

- Sen ırmağın öbür tarafında yaşayan biri değil misin? Dostum, eğer sen de benim gibi bu tarafta oturuyor olsaydın seni öldürmem bir cinayet sayılacak, ben de cani diye anılacaktım. Ama madem ki sen öbür tarafta yaşıyorsun, seni öldürdüğüm için kahraman olacağım ve doğrusunu yaptığım söylenecek." 

Özünde kendi menfaatlerinin olduğu bir yere vatan derdi, din davası diyerek katılır.  Sabahattin Ali'nin bir romanında: "Kimsenin Almanya'yı kurtarmak gibi bir derdi yoktu, dertleri kendi şahsi menfaatlerine dayanıyordu." diye yazıyor. 

Şahsiyeti gelişmemiş toplumlarda  siyah beyaz bakma zihin darlığı aktiftir. Emeğin ve çalışmanın tadı önemsenmediğinden kolaycılıkla olaylara çok yönlü bakmanın zahmetine katlanılmaz. Para getirmediği ve zihnin konforunu bozduğundan bu meşakkate girişmektense ak kara gözlüğü takmak kolaydır ve sadece eleştiriden yoksun bir bitki olmamızı isteyen iktidarlar için ideal vatandaşızdır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beklenti Ihlali

Mutluluk