Sahi

O böyle ağlarken uzun bir seyahat başladı içime doğru. Tamarro'dan beri,  hâki yolculuğun yönünü şaşırmış ve unutmuş biri olarak, iç yolculuğu hafife almışlığın sillesini atıyordu ağlayışı…

Sahi en son ne zaman ağlamıştım? Ne zaman kendimle uzun uzun baş başa kalmıştım ve  kendi dışımda başka birine ağlamıştım..? 

Uzun zaman olmuştu.Lise yurdunun ruhban, izbe, heyula ve derbeder yıllarında derinlere uzun uzun dalardım. Bütün yokluğuna ve ağırlığına rağmen hemen her şeyden bir yaprak gibi etkilenirdim.Çözemezsem, anlamazsam bile üzülürdüm. Bazen, üzüntüler öyle iç içe geçerdi ki neye üzüldüğümü ayırt edemez duruma gelirdim. 

Ne olursun Allah’ım derdim… Bari ne istediğimi bileyim derdim. Bir milletin onuruna mı, çocukluğumun oyuncağı, sırdaşı, oyunu ve her şeyi olan bir ablanın gencecik ölümüne mi?Önümde bir sınav vardı. Bu sınavı geçmezsem beni bekleyen talihsizliklere mi? Kısaca tüm bu eski ve kabuk bağlamış yaralara bir seyahat başladı içe doğru. Müthiş bir hızla ilerliyordu anılar asmanın altında.

Karşımda şu an gözlerinden çok gönlü ağlayan insanı en son ne zaman görmüştü? Filmlerde hatırlıyordu. Sahi en son ne zaman ağlamıştım ki?

On sekiz yıl önceydi…Orta okul yılları…Kelimesi cezbeden bir kelimeyle dikkatimi çekmişti mavi gözlü bir insan…. İlçenin o tek camisinde elinde bastonlu şemsiyeyle, bir İstanbul eski asilzade edasıyla bana doğru usulca yaklaştı. “Tanışabilir miyim” dedi… Bu tarz soylu tanışmadan sonra: “Bu camide hergün bu minik öğrencilere Kur’an dersi veriyorum, gelir misin?” dedi. “Evet” dedim. Sonra çevremdeki birçok kişi büyük bir sıkıntı çektirdiler. Öyle bir sıkıntı ve buhrandı ki o yaşta kaçmak mı, kendini öldürmek mi demeye varacak kadar… Eğer mavi gözlü bunun büyük bir günah olduğunu söylemeseydi şu an bunları yazamazdım belki de… “Acılar en büyük öğretmendir” hakikatiyle heybeme koyduğu acı ama meyvesi tatlı hakikatinin yaz tatilinde diyorlardı ki: Onların kim olduğunu biliyor musun, onlar din adına şeytanlık yapanlardır. Sonra üzerlerine, cadı avına çıkılmış gibi kalın bir sis çöktü. Gökyüzünün tatlı renginin benden çalındığı yıllardı. Hepsini yakaladılar. Yakalanmayanlar, çevre öyle bilmesin diye sakal bile bırakmadılar. Çevre öyle bilmesin diye kitaplara karşı bir nefret başladı. Çevrelerinin solcudur demesi için bilinçsizce namazını terk edenler bile oldu. Kısaca çevre öyle bilmesin diye insanlar elindeki İbrahimleri nemrutlara teslim ediyordu kıymadan. Bir orta çağdı… Şairin; ‘nerde o İsmail’in boğazındaki merhamet’i aratacak bir merhametsizlik…  Güçlü zayıfı ezince zayıfın yanında kim kalır ki? Kirletmenin, çamur atmanın, gururlarını kırmanın tam zamanıydı şimdi herkes için. Kimse bilmiyordu ki, yaptığımız doğru mu, bu yaptığımız insanlığın neresinde; acaba, ya bir ihtimal haklı iseler… O zamanlar Allah ne der, demiyordu kimse. Kimsenin o zaman bilmediği, ama şimdilerde herkesin bildiği, karanlık bir elin oyunuyla bir çöp gibi oynanan birçok kişinin hayatı perişan oldu…Günlerce o uzun yaz akşamlarını, köy damında yıldızların mükemmel berraklığı altında ağlayarak geçirdim. Gece yıldızlar ve her şey ne kadar temiz ve berraksa, gündüz o derece kirletiliyordu. Yalanlar, ikiyüzlülükler, sahte maskeler...  O kirliliği gözyaşıyla temizleyen acılarımız, hediyesiydi üşüyen ruhlarımıza…Öyle ki sabah olduğunda o ilk uyanma saati... Keşke sabah olmasa da gece daîm kalsa dediğim çok oldu.



Şimdi, o karşımda böyle içli içli ağlarken, sahi en son ne zaman ağladım ki böyle…

Karın tokluğunun ruhumuzdaki kirli ayak izleriyle basıyoruz ömrümüze. Yorulmamışlığın, rahatlığın, kolaycılığın, zihnimizdeki pasıyla baktık olaylara. Böyle bakınca doğrular eğri, eğriler doğru görünüyordu. Sıksak kendimizi ruhumuzun bir damla yaşı bile hediye veremediği bir duruma soktuk kendimizi…

Gülümsesek bile, yüzümüzün samimi tazeliğinin solduğu çok oldu bile…

Ruhumuzun ve zihnimizin eğrileriyle adımlarken, ağlamalar bir kayıp, gülmeler bir kazançmış gibi addediliyordu. Kalp eğik olunca ve her şey dilin mengenesine bırakılınca Allah için Allah diyen ile siyaseten Allah diyen ayırt edilemiyordu.

O böyle ağlarken ağlayışlarımdaki körlüğü, künyemdeki soğukluğu görür gibiyim.

Sahi, bir daha bu şekilde ağlamak ne zaman nasip olacak ki?

Sahi, bu kadar kirlenmeler içinde temiz bir ağlayışla ağlamak kaç kişiye nasip oluyor ki? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk