Haklılık Imtihanı

 Adam gayet rahat ve pervasızca "tüm Vanlılar adidir" dedi. Başkası, "tüm falanca partidekiler ahmaktır" dedi. Bir diğeri "falanca köydekiler kaskafalıdır" dedi. Konu böyle böyle akarken (aslında konu demeye bin şahit) öbürü "b ailesinin tümünde hainlik var" diyordu. Devamında, bizi kurtaracak kişi gibi gelen adam ise son noktayı koydu: "Batıdakilerin hepsi ırkçıdır," dedi. Arada bir, akan zehre sos ve baharat nevinden sosyolojik ve dini terimler kullanıp kalın seslerine davudi bir eda ve itibar nakşetmeye çalışsalar da bu, "oturduğu yerden bir tek 'oh olsun' kelimesiyle binlerce günaha  ortak olma gerçeğini değiştirmeyecekti. Allah'ın, "bir sevabı on kat(bazen de bin), günahı ise bir defa yazmasına" rağmen yakıtının insanlar olduğu cehennem, nasıl ve ne yaptı da bu kısacık hayatında bu kadar büyük belayı hak etti sorusunun cevabı sanırım burada yatıyor. Şeytanın soldan yaklaşmasının önlemleri açıktır da sağdan yaklaşması öyle belirgin değil, doğruya benzer şekilde iltibas ediyor. 


                                      *     *     *

Geçenlerde bir söz gördüm, kısacık. Tolstoy'un tabiriyle görünüşte dünyanın en basit ve anlamsız cümlesi gibi duruyordu ama ona yaklaşıp üzerinde düşününce ne çetin ceviz bir söz olduğu anlaşılıyordu. "Kahrolası şu haklı olma davası." Pek birşey anlamadım ilkin ama yaşadığımız travma, kırılma, doğruyu açık ve net bildiğimiz halde yanlışta ısrar ve inadın altında haklı olma duygusu yatıyor. Kişi kendisinin haklı olduğuna inanmaya görsün neredeyse artık yaşatacağı ve yapacağı herşeyi kendine mübah görür. Artık muğlak bir haklı olduğu gerçeğiyle neredeyse günahı ve zulmü bile kendine helâl kılacak bir merhametsizlik cehdi gösterir, ta ki kafası sert bir yere çarpana kadar.

Yani kendini Tanrı yanında görüyor diye Tanrı'yı da kendi yanında sanmak gibi bir deliliğe kadar iş gidiyor. Hele bir bakın bu açıdan Allah aşkına? Dünyayı cehenneme çevirenler genellikle dünyayı kurtarmak için yola çıktığını söyleyenler değil mi? 

Biz haklıyız diye bu yöntemimizi pak etmez ki. Biz haklıyız diye yapacağımız ve söyleyeceğimiz şeyler de haklılık kazanmaz ki. Nice doğru var ki yanlış tarz, üslûp, yöntem yüzünden sahibini heba etmiş. "Vusülsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir" diye bir söz var. Aç adam minnet altındaki yemekten tat alamaz, eğer ki şerefi kalmışsa...

Haklı olmak bize haksızlık yapma ruhsatı verir mi? Bu nasıl bir haklı olma davası ki her tür çirkinliği altında barındırıp, etrafındakileri de bu kutsal davaya(!) inandırmak kabiliyetini gösteriyor. Haklı olmamız bizi şefkatten, insaftan, yumuşaklıktan alıkoyuyorsa bu mazeret değildir. Mecellede bir kural vardır. "Usul esastan önce gelir." Amacın meşruluğu kadar belki de daha da önce nasıl bir yöntem ve uslûpla hareket ettiğimizdir.

Adalet ve Merhamet adlı bir filmin baş karakteri Andreas hayatı boyunca ilkelere bağlı yaşamış ama doğruluğa o kadar inanmış ki bu uğurda merhametini kaybetmiş, ailesini heba etmiştir. Her bir karesi bir karpostal ve olağanüstü  konuşmalar barındıran filmin bir yerinde kiliseye giden Andreas'a rahip çarpıcı birşey söyler;

"...Sen günahkâr bir adamsın. Nadiren kiliseye gidiyorsun. Komşunla handa kavga ediyorsun. Sürekli mahkemedesin." 

- Sayın rahip, her insanın adalet aramaya hakkı vardır. 

Rahibin verdiği cevap, Andres'in hastalığını hem teşhis eder hem de tedavi yolunu gösterir:

- Adalet... Adalet zihnini öfkeli, kalbini katı yapar. Yücelik istemelisin evladım. Güvenini gücüne ve adalete bağlıyorsun. Ancak Tanrı seni sınamayı seçti."

Bazen haklı olma durumumuzun kendisi en belirleyici sınanışımız olabilir. Biz nazarımızı tamamen bunun kutsallığı üzerine kurarken ne kadar abarttığımız, veya ölçüsü nereye kadar gidebileceğini ölçmeden yaptıklarımız zulme bile yol açabilir.

"...Haklılık imtihanıdır bu. Haksızlığa tahammül etmek ne zaman bir erdem olur? Hakkımızı almak için ne kadar ileriye gidebiliriz? Önemli olan nedir? Adalet arayışı bir maskeye dönüşür mü? Bize yapamayacağımız, yapmamamız gereken şeyleri yaptırır mı? Hakkımız olanı alma duygusu, gözü kör, kulağı sağır eder mi? Her yolu mübah kılar mı? Peki ya insan bu sınıra gelip dayandıysa, pes ederek yücelir mi? Pes ederek de kazanılabilir mi?" * 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk