Adamın Mutlulugu

 Adam, kendisini mutsuz görmemem için fire vermedi. Biliyordum ki durduğum, olduğum, düşündüğüm ve düşlediğim şeyleri düşlediğini... 


Kendince başaramamıştı... Ama kendimi mutsuz göstererek, mutlu olacağını düşündüğümden mutsuz gösterme gereğini hissettim kendimi... Kocaman bir kahkaha attı.. Mutsuzluk rolüm onun da benim de ferahı olmuştu... İkimiz de diğer yüzlerimizi takarak yürüyüş yaptık akşama kadar. 


Keşke adam, zoraki mutluluklarla kendine ne kadar mutsuz tuzaklar kurduğunu bilseydi.


Keşke onu gerçeklere, sevgiye ve canlılığa evirenin başkası için istemek olduğunu, verdiği şeyin sahibi olabileceğini, verme hazzının almakta olmadığını; bir kere vermenin, almaktan iyi olduğunu; yaratıcının rızasının etrafındakilere vermekle arttığını; mutsuzluklara bina edilmiş ruhların ömürlerince hayatın töhmetinden kurtulamayacaklarını; ve sevindirmenin başkasına değil kişinin kendine yardımı olduğunu bilseydi… Anlatabilseydim keşke...


Başkası için istemediğimiz güzel şeylerin sahibi olmuyoruz. Biz ona istemiyoruz diye o şey bize koşmuyor.


Başkasına istemek bizi eksiltmiyor tam tersine arttırıyor. Sadece olsa olsa bize gelme ihtimalini bile yok ediyoruz.


Kazancı en çok olan eylemlerimiz vermekte en çok zorlandıklarımızdır.


En çok düşmanına vermek içimizi acıtacaksa kazanımı diğer eylemlerimizden fazla olur.



Size istemediğiniz şeyi kim yaptırabilir? Yapsanız da yapmacık yaparsınız. Bu da ne bize yarar zaten size yaramayan şeyi başkasıne yapsın. Sizin çöp dediklerinize başkası elmas mı desin?


Siz başkasına kendinizdeki özgürlüğü istemiyorsanız herkesi özgür yaratan iredenin iradesine ipotek girişiminde bulunuyorsunuz demektir.Bu girişiminiz faturası da korkunun içinize musallat olmasıdır.


Siz dışınızda, siyasetiniz, yılanlarınız, sihirbazlarınızla başkasının özgürlüğünü almaya kalksanız, içiniz de korkuların esaretine düşer.


Siz Musa’yı korkutmak için sahte yılanlar atsanız, Musa’nın Rabbi de ejderhanın korkusunu içinize işler.


Ben, benim için geçerli olan eşitliği, dili, hürriyeti senin için istemiyorsam bu benim hürriyetimi, dilimi ve haklarımı zenginleştirmez. Tam tersine azaltır. Olsa bile çalınmış bir şeyin tadı buruktur. 



Nerden bakıyorsunuz almak vermek ilişkisine? Dengeleri değiştiren bu…


Adam kılıcı yüreğine saplanınca “İşte şimdi kazandım” dedi ve öldü… Onu öldürende müthiş bir yaraya dönüştü aylar sonra ölenin bu son cümlesi… Kendi kendine şunu diyor ve içinden çıkamıyordu: ”Ölmeyen ben, yaşayan ben; ölen o, hayatı yok olan o. E o zaman bu durumda kazanan kim, kaybeden kim? Ben yaşıyor, o ise ölmüş iken kazanan ben, kaybeden o olmuyor mu?” diye aylarca kıvrandı. 


Ölenin dünyasında ölmek bir vuslat iken, sevgiliye kavuşmaya bir çağrı iken, dostlarına kavuşmaya bir terhis iken; hayatta kalana göre ise ölüm yok olmak, hayatın tüm lezzetlerinin son darbesi ise her şey daha iyi anlaşılır tabi ki…


İç zenginlik ne demek? Biri aldıkça kazandığını zannediyor, diğeri verdikçe zenginleştiğini görüyor.


Biri vermeden zenginleştiğini düşünüyor, diğeri vermediğinde içinin fakirleştiğini görüyor.


Vermenin ortağı olmazsanız almanın kölesi olursunuz.


Yani sizin soylu dertleriniz yoksa soysuz dertlerin müptelası olursunuz.


Yani üretemezseniz tüketmeye başlarsınız.


Yani cömert bir isteğiniz yoksa cimri tarafına geçer bir duruşunuz olur.Sıfırda kalma gibi bir şansınız olmuyor.


Yani yürümezseniz yerinde durmaz, düşersiniz.


Yani artı tarafa bir hedefiniz, çabanız yoksa otomatik olarak eksi tarafa düşersiniz.Eksi taraflık bir şey yapıp yapmamanızdan çok, artı bir şey yapmamış olmak durumu sizi sıfırda bile durdurmaz, eksiye götürür.


Köyün delisi diyeceklerimi çoktan özetlemişti. “ne edersin kendine, edersin kendi kendine…”


Köyden başka hiçbir yer görmemiş bir delinin, ömrünün sonuna kadar söylediği bu tek cümleyi, bir çok yer gördüğünü söyleyip fire vermemeye çalışan adamım her yerde geçerli ve en yalın doğruyu görememişti.Kim bilir, belki biz de gördüğümüzü, bildiğimizi sanıyoruz... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk