Bazen Olur ki Dersin

Öyle bir acır, öyle bir acırsın ki kendine, senden talihsizi yok sanırsın bazen. Sevmek beklediğin nazarlardan sıkılmış hissedersin kendini…Tüm bu olanların sadece sana mahsus olduğunu sanırsın. Silindirin sadece senin üzerinden geçtiğini... Sana ilgiyle ve hayranlıkla bakanların olmadığını görürsün birer birer. Kendine mi hayret edersin başkasına mı artık kestiremezsin. 

Yollarını toz etmiş bir bedevinin çaresizliği ve kum ıssızlığında kucaklarsın hayatı… Manâ veremezsin belki de olanlara… Cömertçe sunduklarının sana cimri olduklarının vefasızlığını geçsen de senin ellerinden büyüyenlerin büyük ellerini küçük gördüklerine tutulursun… Bir hayrettir alır seni kendinden… Belki de ellerimin büyüklüğüne kapılmıştım dersin bazen. Şimdi o benlikle şişirdiklerim kocaman bir kum bile değilmiş, küçüklüğümü büyüklük sarhoşluğuna mı tutulmuştum da bu insafsızlığa düştüm dersin… Bir Züleyha yalnızlığıyla yudumlarsın o nimet iken elim nıkmete dönen her şeyi…    Şu rüzgarlı deveranda ve kararsız serseri alemde yerinde durmayan her şeyin sivri pençesinde paralanan, yaralanan, daim ızdırap çeken ve sarhoşlaşan yüreğin avareliğine bir çare dersin… Yerinde, kararlı ve sabit bildiklerinin, sevdiklerinin, lezzet aldıklarının varlığı seni mutlu ederken, şimdi her şeyiyle yerinden etmiş, yoklukları yüzüne şamar gibi çarpmış … 

Ne demek oluyor bunlar..? Ne demek…? Bu muydu ey hayat..? Kocaman hayat bu muymuş..? İşte hepsi bu…önümde duruyorsun...Çürük ipe dizilmiş yıllarla beraber her şeyim dökülmüş işte…Sağlığım, gücüm, güzelliğim…nerdesiniz, nasıl oldu tüm bunlar dersin…nasıl..” diye inlersin…    

Eğer dersin bir yerden sonra kendi kendine… 

Eğer yıldız böceği aptallığıyla kendindeki minicik ışığı her şeymiş sarhoşluğuna tutulmasaydım olacak mıydı bunlar…? Hiçbir şey olmayanın her şey olanla küsmesi aldırmazlığı ya da körlüğü olmasaydı düşer miydim bu vefasız dertlere acaba dersin..? Halbuki özümdeki şiddetli ilgi ve sevgiyi o vefasız, derbeder, kem ve manasız şeylere değil de hep O’ndan bilseydim, hep Senden bilseydim, Sana gösterseydim içime gerilip ‘Sen!’ deseydim, o zaman her şeyde ve her şeye benden de bir şey eklerdin…Artardım, çoğalırdım… bin yaratmışken bir olmazdım dersin…

O, kainatı sarmalayan, kainatın mayası, rabıtası hayatı ve ışığı olan sevgiyi, kararsız, vefasız yarattıklarının ellerine değil de sana damıtmaya çalışsaydım onlar da haneme vefalı olurdu. Korkulanı sadece sen koysaydım merkezime her şeyden titremez, korku benim korkum olmazdı dersin…

Demelerin arttıkça tıkanırsın, tıkandıkça içine doğru eğilirsin, eğrilerine eğildikçe eğrilip doğrulusun, çoğalırsın…Demeleri ne kadar çok bir insanmışım ki her bir demem ve çaresizliğim ve derbederliğimin bir cevabı, çaresi ve duruluğu da varmış demek ki dersin… Açlık varsa doymaya, mide varsa nimete işaret…yokluk varlığa… yalnızlık beraberliğe… 

“O varsa her şey var ve dost; o yoksa her şey hiç ve düşman” diyenin müjdesiyle ömrünün dakikalarını yıkarsın, senelere çevirirsin…sığmaz taşarsın taşmak istersin… Eskiden horladığın harap görünümlülere gıpta edersin, defineler viranelerde saklı, anlarsın…  (s. nazlı) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk