Büyüklügün Küçüklügü

Merhaba sevgili dostum... 'Gerçekten nasılsın' diye sormuşsun...
Geçenlerde bir ailenin tümünün gözleriyle birbirleriyle konuşup anlaştıklarını, konuşma yetenekleri olmadığı için işaretlerin ötesinde bir dil geliştirdiklerini duydum. Pek de yabancısı olmadığımız hatta seninle aramızda anlaşmanın ötesinde ruh sancılarımızı aradaki mesafeleri çiğneyerek nasıl konuştuğumuzu en iyi sen bilirsin?
Sana acı vermeme pahasına hangi kelimeyi eğip büksem de ruhuma ayna olan gönül gözlerinden kaçmayacağını iyi biliyorum.  Çünkü 'nasılsın' değil 'gerçekten nasılsın' demişsin.  Gerçeğe meftun ve talipli gönül aynalı birini hangi kelime yanıltır ki? Bu zaten gerçek dostlukların tuzağı da değil mi?  Birbirlerini, acılarda keşfetmiş ve bunun üzerinden mutluluklarını var etmiş dostlara, mutluluk oyunları sentetik gelmez mi?

Dostum... Gerçekten iyi olmamak için bir neden yokken, iyi olmak için birçok nedenlerimiz varken ruhlarımıza sinmiş bu şikayetçi, bu bir türlü hoşnut olamayan, seninle beraber iken aştığımız nice badireye göre eften püften sebeplerde feryat eden nefislerimize ve iradelerimizedir rahatsızlığım... Oldum olası eskiciliğe ve eskinin o nostaljisinde takılmayı, önünü görmeye engel olur haysiyetiyle sağlıklı görmedim. Ama gel gör ki önümüz tozlu dumanlı ve ateş gibiyken eskinin sorgusuz konforuna kendimizi atmadan rahatlayamaz hâle geldik. Eksik olan ve hep de eksik gelen birşeyler var ve de dolmayan. Yaşayamadığımız bir şey mi var ya da gözümüzün kaldığı...diye düşünüyorum, ondan da değil. 'Üstü kalsın' bile diyecek kadar çok yaşadığımıza inanıyorum.
Etrafıma bakıyorum, sahip olduklarımıza... saymakla bitmez. Peki bunca sahiplik içinde eksik kalan yüce ruhlarımız... Doymayan, hep kıyaslayan, özünde varlığın en acizi, dayanıksızı, zalimi, çamuru, hiçi, dibi benliklerimizin... o kendini bir şey sanan; mutluluğunu başkasının mutsuzluğunda bulan; varlığının farkına ancak etrafını küçülterek varan; zenginliğini fakirlik ile, sağlığını ancak hastalıkla; barışı ancak savaşla fark eden o yüce ruhlarımız!...
 Neden bu kadar söz geçilmez, kendinden hoşnut, memnun, gamsız... burnundan kıl aldırmaz, unutkan, ırkçı, toprakçı, bölücü,  bayrakçı, menfaatperest, vefasız ve cahil... Hepimiz, özüne inme dürüstlüğü gösterdiğinde  karşılaştığı şeyler bunlar iken; nedendir bu şişinme, elbise, rütbe, güven, ayrıcalıklanmışlık hissi, güç, zorbalık, zalimlik, böbürlenme, vurdumduymazlık...Sonu mu var soylu ruhlarımızın fırtınada kalmış, üşüyen zavallı çıplak halini betimlemeye... İnsan bu betimlemenin hayalinden ürküyor. Geliyor demeye kalmadan saniyeler içinde mantığı kendine kul köle etmiş nefisler ona da kemiğini verir, mantığa der ki; bu bir anlık karamsar ruh halinin ya da kendini gerçekleştirememiş insanların sözleri ya da kendisiyle kavgalı insanların.... Değil dostum... inan değil...  Her zamankinden daha huzurluyum şimdi. Ruhum üzerinden büyük bir kiri atmış gibi hissediyor. Nefsim ise ebe olmuş bir zavallı. Tabii şimdilik. Onun ne fırıldak, dessas, tehlikeli, karanlık olduğunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyor insan...


Bir de dostum bu bencilliğin  örgütlenmiş, kurumsallaşmış, teşvik edildiği, nefisperestliğin ilahlaştırıldığı, kutsallıklarla cilalanıp insanlığa büyük bir armağan,  gömüt bir hazinenin keşfi gibi sunulduğu halleri düşün...
Tüm milliyetçilikler bu bencilliğin kollektif halini temsil ediyor. Benliğin koyu yanlarını görmeyi engelleyici, başka millete karşı kör, kaba olan benliğin biz hali değil mi milliyetçilikler... Ben kusursuzumun biz hali, yani biz en iyisiyiz. Bu, 'karşıdaki benden daha kötüdür' algısına götürmez mi? Eğer bir de ödüller, madalyalar, gösteriler, açıklamalar, reklamlar vs ile alkışlanıyorsa... O zaman insan bütün bütün baştan çıkmaz mı? Mükemmeliyete giden yol kusurunu görene açıktır... bu yalan bir cümle mi?
 Peki "En tehlikeli düşman nefistir." bu da mı doğru değil ?
Peki  Küçük Prens kitabındaki, "Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir. " sözü...?
Eğer aksi doğruysa tüm eksikliğimizin teminatı gibi duruyor kendisini onunla tam gördüğümüz Allah dışındaki herşey... Yani kusursuz ve eksiksiz Allah dışında kalan her bir şey eğer benliğimizin firavunluğunu azdırıyor ise tüm kendine yabancılaşmaların, baştan çıkmaların, düşmanlıklarımızın ve karamsarlığımızın ve ümitsizliğimizin, ve aptallığımızın nedenleri netleşmiyor mu?  Asıl düşman olan kendimizde iken, ona leke sürmemeyi adeta bir ölüm kalım meselesi olarak gören her bir şey aslında bizi mahveden gerçek sebep değil midir?
Avukatlığını yaptığımız, üstüne toz kondurmadığımız, sermayemiz, nefsimiz! Düşün ki sana en çok zarar vereni her şeyin üstünde tutuyorsun. Hayata bakışının merkezine, yüreğinin en sevgili yerine koyuyorsun. Kendi yılanını cebinde taşımak en büyük hazzın olmuş. Bir çeşit Stockholm sendromu. Celladına âşık... Biri düşman olarak kendini görüyor. Böyle birinin mal yarışında geri kalması doğal değil mi?


İnan dostum kendini kandırmak, ne bileyim hey hey görünmek, yani karizmatik, önemli ya da önemsenmiş ve itibar gören... Popüler olmak, konuşuluyor olmak ya da gündemi belirliyor olmak...fark yaratmak…
 Bütün bunlar çok kurmaca, sığ, yakışmayacak, basit şeyler...
İnan dostum, şöyle kendi köşesinde "azıcık aşım ağrısız başım" tarzı bir hayat sürenlere imreniyorum.
Gözlerden, dillerden uzak...
 Ilık bir güneşe bakan sakin bir hayat...
Şöyle kendi halinde, fark edilmeyen demek istiyorum. Dillerden, gözlerden uzak...
Şöyle çok bilineyim, duyulayım, konuşulayım, fark edileyim, görüleyim kompleksinin olmadığı...
Hani bazı insanlar vardır çoğumuz gördüğü, ama pek de önemsemediği... işte o önemsemedikleri nedenin parçası olmaktansa o önemsenmeyen insanlardan olmak... onlar beni büyülüyor. Gıpta ediyorum öylelerine...
Biliyorum musun dostum, köyümde öyleleri var. Xafar, Mahmut, Kın'ân...Hani başkasına özenti derdini aşmış, tek derdi evine ekmeğini, davarına ot götürmek olan insanlar... Hani yüzüne dikkatle baktığında fark edilmediği, yer verilmediği için bunu dert etmeyen...bırakın dert etmeyi farkında bile olmayacak kadar yüce gönül sahibi insanlar... Yüceliğini alçakgönüllülüğünden alan, kendi nefsini küçük görmenin kendisine verdiği heybet... belki sıska, çelimsiz, zayıf, sakat, yalnız, rütbesiz, rolsüz... Allah bile tüm yüceliğine rağmen, rızasını öylelerini önemseyenlere bağışlayacağını söylüyorken bizim gibilerin, öylelerini gördüğünde kendi mevcudiyetine ancak onları küçük ve basit görerek varması ne kadar utanılası, değil mi?
Bütün bunlar bana gerçekçi, samimi gelmiyor başkasının gözünden nasıl olduğunu önceleyerek yaşamak kendi benini değil de başkası olarak yaşamak değil mi? Bir insanın dibini, hakikatini gösteren basit insanlar karşısındaki duruşudur. Onların üzerinde, olduğu yerde sade olmak... sade olayım derken de kendinden de kopmamak. İnsan olmak... insanlar olmak... benliği insanlar içinde eritmek...içlerinde kişiliği sulamak... ezmemek, ama kendini de ezdirmemek...
Erdemi ve hakiki yüceliği gösteren gücümüz altındakine sunabildiğimiz merhamettir. Ancak böyle yüreğimizin ekmeğini yiyebilir ve doyabiliriz. Ey faziletten, erdemden, cömertlikten ve yiğitlikten dem vuran. Sakın sınanmadığın bir şeyin kahramanı görme kendini...

Hayatın keşmekeşliğinden tutun da varlığın ve düşüncenin her türlüsünden geçmiş ve yaşamış büyük insan abidesi Tolstoy anlam arayışında varlığın tadını bu noktada elde ettiğini söyler 'İtiraflarım' adlı eserinde. Ölümsüz eseri Anna Karenina'da Levin karakteri üzerinden kendini anlatır aslında. Levin, aristokrasinin yapmacık dünyasında bulamadığı tadı, her zaman diliminde geçerli olan gündemlerden sıkılıp kendini doğaya ve aşağı tabaka dediğimiz kır insanının hayatına atar. Orada ruh ve aklın doğal ahengini yakalar ve tüm insanlığa harika bir pencere açar.

Aynı şekilde Said-i Nursi de bunu yapar.Zekasının ve ilminin önüne serilen her türlü imkân, makam ve itibarı insancıl yanına feda etmez ve bu seçim özgürlüğüne el atmalara kadar gittiği halde bize sunduğu hayat ile tüm zamanlarda insanlara kapı açar.

İnsanlık abidesi peygamberlerin hayatları da bu örneklerle doludur. Zerrelerimizi un ufak edebilecek devasa sıkıntı ve sarsıntıların en beterine maruz kalmaları onları yeniden var etmiş. Nasıl ki demir ateşte eritildiğinde kullanılabilir,  işlenebilir hale geliyorsa, cefa ve çileleri de kendilerine bir mektep eylemişler. Bizlerin en ufak bir imtihanda kendini kötümser ve lanete uğramış gibi görmelerimiz nerede? Onların en beter hallere olan bakışları nerede?..

Said-i Nursi'nin Lemalar'ın İhtiyarlar Risalesinde Onuncu Rica denilen bir kısım var. Tavsiye ederim. Uzun bir bölümdür. Şu aralar elim o kitaba gidince vardığı yer o kısım oluyor. Bir ruh hali bu kadar mı samimi anlatılır? Varoluşun en derininden yakaladığı benliğin, o devasa kederler karşısındaki hüznü insanın insaniyetine işler adeta... Bir savaşın en dehşetli acıları ve uzun bir Rus sürgününden sonra geldiği Van'ı harebe, virane halde görür. Tüm eş, dost ve sevdiklerinin o tatlı, eşsiz, mutlu yerleri yerinde dumanlar tütmüş halde görüyor. Bu manzara karşısındaki hislerini şöyle ifade eder:
" Ben o vakit anladım ki vatanımdaki bu gurbete dayanamayacağım, ya ben de kabre onların yanına gitmeliyim veyahut dağda bir mağaraya çekilip ecelimi orada beklemeliyim diye düşündüm. Dedim: Madem dünyada böyle tahammül edilmez, sabır-şiken, mukavemetsûz, yandırıcı firkatler var. Elbette mevt, hayata racihtir. Hayatın bu ağır vaziyeti çekilir dertlerden değildir.

   O vakit cihat-ı sitte denilen altı cihete nazar gezdirdim, karanlıklı gördüm. O şiddet-i teessürden gelen gaflet bana dünyayı korkunç, boş, hâlî, başıma yıkılacak bir tarzda gösterdi. Ruhum ise düşman vaziyetini alan hadsiz belalara karşı bir nokta-i istinad ararken ve ruhta ebede kadar uzanan hadsiz arzuları tatmin edecek bir nokta-i istimdad taharri ederken ve o hadsiz firak ve iftiraktan ve tahrip ve vefattan gelen hüzün ve gama karşı teselli beklerken, birden Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın;
"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih eder. Onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır. Göklerin ve yerin mülkü Ona aittir. Hayatı da, ölümü de O verir. Onun kudreti herşeye yeter." ayeti ruhundaki yaralara ve hüznüne merhem oluyor.

(Lserkanî) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk