Sisyphus

Basit insan öyledir hep. Kişilik ve düşünceleriyle karşısına çıkmaya cesaret edemediğini arkadan çekiştirerek, karalayarak, küçük görerek alt etmeye çalışır.
Olgun insan birey olduğu için muhatabını da birey kabul ettiğinden problem yaşadığı kişiyi muhatap alarak konuşmaya çalışır.
Ama muhatabı basit biriyse bu muhataplık onun başını fena halde büyütebilir , sizi her görüşte sanki göklerden ayrıcalık tanınmış gibi bakabilir.

Basit insan öyledir hep. Kendine özgü bir çizgisi, bir stili olmadığından gözü hep başkalarının üstündedir. Adeta insanları kendisiyle yarışıyormuş gibi görür. Onun için kendini sürekli tetikte olma mecburiyetinde görür ve olası küçük bir mevzuda konuşma, tavır ve edalarıyla etrafındakilden daha üstün, daha tutarlı, daha zevkli daha ayrıcalıklı olduğunu hissettirmeye çalışır. Basit insan ya, tüm mevzuatını 'önemli bir insanım' üstüne kurar.

Olgun insan ise önemli görüleyim diye bir kaygının insanı daha basit yaptığının farkındadır,  doğal dokuya niyetin fıtrî ahvalin ölümü olduğunu bilir. Kendi kendisiyle kurduğu sağlam dostluk yalnızlıklarını bile karizmatik yapar.
Hayatını "Başkası ne der, nasıl düşünür? " gibi çürük put üzerine şekillendirmediği için duygu, düşünce ve davranışlarıyla yaşamı özgürce kucaklayabilir. Başkalarının ayarına göre kendine ayar vermez ama başkalarının da farkındadır, bütün bütün üstlerini karalamaz. Sadece rekabetçi ve karşılaştırılmalı bir hayatın ipotek ve rehin olduğunun bilincinde yaşar.

Basit insan öyledir hep. Egosu üzerine temellenmiştir. Hakikatte ego (ene) iplerin en çürüğüdür. Gaflet perdesi altında kalınlaştıkça kalınlaşan egosunun zayıf beline adeta dünya kadar ağır yük yükler. Kendi kapasitesinin çok üstünde ihalelere giriştiğinden altında kalır. Halbuki aklı başında olan bir kimse kaldıramayacağı bir işi yapmıyor diye kimseye yüklenmemesinin bilincinde olur.  Basit insan ben merkezli olduğundan tıkırtıyı bile kendi aleyhine zannedecek kadar evhamlıdır. Kendini dünyanın merkezinde gördüğünden ilgili olsun ya da olmasın alemdeki  herşeyin aleyhinde gelişiyormuş zehabına kapılır. Yunan mitolojindeki tanrıların cezalandırdığı Sisyphus gibidir. Yeraltı dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır.


Homeros bu durumu şöyle anlatır: "Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde..."
Sisyphus’un taşıdığı taş egodur ve taşımak zorunda olmadığı bir yüke kendini mecbur hissederek hayatı kendine zindan eder ve bir kısır döngü şeklinde devam eder durur.

Kendini gerçekleştirebilen olgun insanın düşmanı ve engeli bir yabancı değil, dışsal değil , başkası değil, kendindeki içsel nedenler olduğunu yani kendi beni olduğunu bilir ve ona göre hareket eder. "Ben beni terkeyledim gördüm ki ağyar kalmadı" gerçekliğindedir.

Basit insan öyledir hep. Verilmiş olanı kendi beninin kazancı hanesine geçirir. Zenginse kendi zekasına, asilse kanının temizlik ve ayrıcalığına, zekiyse kendi çabasına hamleder. Tüm bunların verilmiş olduğuna binde bir ihtimal vermez. Aleme enesinin gözlüğüyle baktığından tüm alem enesinin renkleriyle boyanır. Nasıl ki  gözün önündeki kıl koca dağı ikiye ayrılmış gibi gösteriyorsa egosundan mürekkep benliği de adeta tüm dağları ben yarattım rengindedir. Alemi ve Yaratıcısını  tanımaya mistar olabilecek bir alet hikmetiyle verilmiş egoyu, tutar alemin yaratıcısı konumuna yerleştirebilecek korkunç bir yere oturtur. Firavunun ve benzerlerinin kendini yaratıcı konumunda görmelerindeki körlük bu değil midir?

Olgun insan ise kendisini var eden gücün farkındadır. Bu farkındalıkla baktığı hayat olumlu olumsuz tüm durum, zaman ve mekânlarıyla Yaratan'ın tasarrufundadır. Bu nedenle kendini aşan şeyler asıl sahibine verildiğinden, oluşan psikolojik rahatlıkla dağlar kadar ağır yükten kurtulur. Yükü ona binmez, o yüküne biner bir vaziyet oluşur. Çünkü mülkü gerçek sahibine verir, kendisinin de onun mülkü olduğunu bilmiştir.


Basit insan öyledir hep. Ona yalnızca verebileceğiniz birşeyiniz olduğu müddetçe değerlisiniz. Kendi dışındaki şeylere faydalı olmanız onun için pek de önemli değildir. Bencildir. Kendine faydası olan bir dirhemi başkasına fayda verecek elmaslara değiştirir. Merkezine ben'inden başka yüce değer ve ilke koymadığından insanlık ailesinin mirasından kendini mahrum etmiştir. Adeta 'ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölmüş bana ne' kalıbındadır. Hayatını bu kalıplarla ördüğünden kendi zindanının tek mahkûmudur. Zindanından çıkıp da buz parçası olan egosunu insanlığın havuzuna atıp eritse havuz kadar genişleyecek, ferah bulacak.
Olgun insan ise merkeze kendini koymadığından insanlık evine konulmuş her bir taşı kendi evine konulmuş gibi bilir. Başkasının acısına çare olmazsa bile en azından hissederek duasıyla orada olur. 'Kainat evim, güneş lambam, yıldızlar gerdanlığım, memleketler komşum' diyebilir. Kendini bu ailenin bir ferdi bilir. Kah milyonlarcasindan bir yıldız, bir kum tanesi, bir nota bilir kendini. Hûlasa onun nazarında varlık aileden bir parçadır. Kendini perde olmaktan çıkardığı için herşeyle bütünleşmiş,  hissetmiştir varlığı... 

Basit insan doğuştan basit doğduğu için basit değildir. Çizilmiş bir yazgı meselesi değil. Tamamen,  kendi tercihlerinin egoya eksenli oluşunun kahrını çekiyor. İradesini  taşımak zorunda olmadığı Sisyphus'un taşını taşımaya mecbur bilerek verilmiş hayatı israf eder. İradesinin dizginini eneye vermekle "kötümserlik, vesvese, kuruntu, kıskançlık, rekabet, kıyas, başkası ne der" gibi  musibet taşlarını taşımaya maruz kalır.

(s. nazlı) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk