Hayat: En Kıymetli Sermaye





- Kendi çıkarın için niye beni öldürmeye kalkıyorsun? Ben silahsız biriyim.
- Sen ırmağın öbür tarafında yaşayan biri değil misin? Dostum, eğer sen de benim gibi bu tarafta oturuyor olsaydın seni öldürmem bir cinayet sayılacak, ben de cani diye anılacaktım. Ama madem ki sen öbür tarafta yaşıyorsun, seni öldürdüğüm için kahraman olacağım ve doğrusunu yaptığım söylenecek.
 (Pascal - Düşünceler)

 *      *      * 

Bir çoğumuzun içinde dolaşır durur ve muhtemeldir ki duymuşuzdur… Bir yolculukta bir arkadaşım sormuştu: "insan nasıl insan öldürebilir ki bunu aklım almıyor. İnsanın her şeye açıklaması olsa da buna mantıklı cevabı ne olabilir ki ?

 Şöyle cevap vermiştim;" köpeğe bile, bırakın öldürmeyi bir tekme bile atsan  doğal olarak insanlar tepki verecektir. Ama o köpeğin kuduz olduğunu  söylersen vurmalar vicdana dokunmaz, artık öldürmek bir iyilik olur. " demiştim.

Fiziksel tüm saldırıların bir öncesi onun kıymetten, haysiyetten ve de insani olandan olmadığına inandırılmasıdır.

Eğer vurulacak kişiyi öncelikle zihniniz ve de kalbinizde kirletmemişseniz yani öldürmemişseniz ona dokunmanız vicdanınızı yaralar, yapamazsınız. Ne de olsa insaniyeten hemcinsini yok etmeye fıtrat izin vermiyor. Amma onun hain, şerefsiz, vs olduğunu bilseniz o zaman iş değişir. Onu yok etmede bir beis görmez, kendinizce iş tamam fetvası verilmiştir güya… " diye cevap vermiştim.

Çabuk kurban ediyoruz kendimizi. Çocuğu severken, cesaretimizi, fedakârlığımızı ifade ederken, gerekirse canımı da veririm, canım kurban olsun gibi cümlelere dikkat edin, hep candan, hayatımızdan vazgeçiyoruz.Sanki hayat yerde bulunmuş kıymetsiz bir eşyaymış gibi...Ya da hayatın ne anlama geldiğini derin idrak etmeye matuf olamamışız.

Sizce de en önce vazgeçilenler ya da ayak altına alınmaya layık görülür derecede olanın hayatımızmış gibi oluşu tuhaf değil mi?
Halbuki hayat bizim herşeyimiz. Diğer dünyamızı bile burdaki hayat sayesinde kazanıyor, onunla varlık üzerindeki sonsuz renk ve desene dokunuyor, sonsuz yokluk gibi bir tercihte azap bile olsa sonsuz var olmayı tercih ediyoruz..

"Hayat nedir? Ve mahiyeti ve vazifesi nedir?" sualine karşı Bediüzzaman:

Hayat, şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi.. hem en büyük neticesi.. hem en parlak nuru.. hem en lâtif mayesi.. hem gâyet süzülmüş bir hülâsası.. hem en mükemmel meyvesi.. hem en yüksek kemali.. hem en güzel cemali.. hem en güzel zîneti.. hem sırr-ı vahdeti.. hem rabıta-i ittihadı.. hem kemalâtının menşei.. hem san'at ve mahiyetçe en harika bir zîruhu.. hem en küçük bir mahluku bir kâinat hükmüne getiren mu'cizekâr bir hakikatı.. hem güya kâinatın küçük bir zîhayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi; koca kâinatın bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zîhayatı ekser mevcudatla münasebetdar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en harika bir mu'cize-i kudrettir..."


Her zaman şunu hayata bakışımızın merkezinden uzak tutmamaya dikkat etmeli... "Bana iletilen mesajın mahiyet ve içeriği kadar bunu ne amaçla ya da ne niyetle kullanacağı..."
 Çünkü zamanımızda zıtlar yer değiştirmiş. Zulme adalet, şımarıklığa hiperaktif, hileye zeka adı takılmış.
Kötülük iyilik maskesi takarak gelir. Yoksa revaç bulamaz. Çünkü insan fıtraten iyi olanı ister.

En kıymetli varlığımız ve de Yaratıcının insandaki en büyük emaneti olan hayatımızı nasıl oluyor da birilerinin hırsı, arzusu, dünya görüşü uğrunda feda etmeye hazır bir asker edası takınıyoruz?

Neden insan kendisine ola ki belki birgün lazım olur diye pek kıymeti olmayan bir eşyayı  hemencecik atmaz bir köşede bekletebilir de canını alelacele birilerinin ideolojisi, davası vs için serebiliyor. Her ne olursa olsun diyebiliyor rahatlıkla..

Bunu farkeden ya da kullanılmamayı isteyen veya seçimini iradesine dayandırıp aksini seçenleri ikna için daima kutsalların seçilmesi, insanlıkta revaç bulan değerlerin kullanılarak yaklaşım gösterilmesi ilginç değil mi? Özellikle de dinin referans gösterilmesi.

Rabbin milyon renk ve desenine bir zemin ve harita olan büyük emanet hayat ile ilgili küçücük bir karar olsa bile derin derin ve etraflıca düşünüp taşınarak karar verilmesi gerekmiyor mu?

İster bizim ister başkasının hayatı olsun. Çünkü başkası bile olsa hayata kasıt en büyük zulüm, kainatın en büyük travmasıdır. Hangi kutsallık böyle bir kandan beslenebilir ki?  Hele hele din özellikle de adı barış anlamına gelen İslâm söz konusuysa...

Bu denli istekte bulunanların hayatlarına bakın, canlarına, tenlerine tapar kişilerdir. Kendisine, o tatlım canına kıyamayıp yakıştıramadıklarını rahatlıkla millete peşkeş edebiliyorlar.
Karşı çıkanı rahatlıkla ihanetle, anarşist veya hainlikle suçlayabiliyorlar.

Halbuki, adını, ganimetlerini tahkimde kullandıkları Kur'an, ısrarla aklımızı kullanmamızı, eleştirel olmamızı, öyle akıl, kalp ve vicdan imbiği ve eleğinden geçmemiş bir inancı taklidî iman olarak nitelerken; kriterize edilmiş, derin düşünülüp, kalp ve akıl eleğinden geçirilip kabul edilen inancı tahkikî iman olarak niteler. Yani Allah'ın istediği bir inanç... Kulun, liderin, cemaatin, toplumunun, ırkının vs istediği değil, Allah'ın istediği... Böylesi bir imanın verdiği basirete sahip insan şunu diyebilir; "benim sana vereceğim canım yok, kusura bakma..."

Yarım hekim candan, yarım bilgi imandan eder gerçekten. Bakın etrafınıza Allah aşkına. Yarım yamalak ayet ve hadis bilgisinin başımıza açtıkları değil mi bütün olanlar? Bektaşi fıkrasındaki gibi, bizden din adına, iman ve vatan adına ya da demokrasi, devrim, özgürlük adına canımızı isteyen, canlarımıza, mallarımıza el atanlara bir dikkat lütfen. Her zaman Allah'ın sözleri ya da cilalı ideolojik cümleler kullanarak yapılır.

Kendi iktidarlarını ya da efendiliklerini tahkim adına kullanıp kullanmadıklarını inceden inceye tetkik edilmesi gerektikten sonra karar vermek en hayati mesele değil mi?
Bizi ikna için seçtikleri her bir şey her neyse analiz edilmesi gerekir...  "Nerede söylenmiş, ne zaman söylenmiş, kime karşı söylenmiş, hangi olay veya mesele için söylenmiş..."
bütün bunlar hakkında bilgi sahibi olduktan sonra karar vermek gerekir. Yoksa her bir kötülükte adeta Allah ile alay eder bir vaziyeti andırır gibi sadece niyetin temiz oluşunu yeterliymiş gibi görmek yetmez. Hz. Ali'nin dediği gibi Aklını kullanmadıkça kamil iman etmiş sayılmaz. Halbuki en küçük bir kâr zarar meselesinde bile dikkat kesilen aklımızı kullandığımız kadar bu hayati kararlarımıza kaynak olan durumlar için kullanmıyoruz.

***

"Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkalarından aldıkları, ne olduğunu doğru dürüst bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır."  diyor Montaigne...
Doğru ve hakkaniyetli olanın bir lider, bir parti ya da bir cemaatin yapıp ettiklerine eklemleyerek hareket etmek insanı yanlış yerlere götürür. Yanlışlıklarımızı azaltıcı bakış ilkeler ile olur. ilke olursa, yoluna çıkanın söylediklerini elinde bulunan ilkeye vurunca bu  kaybolmamızı engeller. Şahıslar ölür ama doğru her zaman doğrudur. Bir insan doğruyu baz alırken kendine ve bağlılık sunduğu geçici ırk, toprak, ideoloji, parti ve de liderlere değil de insanî olan kaidelere göre belirlerse bu daha kuşatıcıdır, evrenseldir.
Örneğin yalan söylemek kimden ve nerede söylenmişse de yalanı  doğru yapmaz. Bu bir ilkedir, kaidedir.

(s. nazlı)

Üstteki tablo: Pablo Picasso'nun Guernica adlı eseri savaş karşıtlığının sembolü niteliğindedir.) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk