Kayıp Seyler



Bakmayın siz öyle yüksek kuleden, kalın bıyık altında çıkmış beylik cümlelerine… Çoğu da kendi iç arayışlarını tamamlayamamış. Size şimdilerde dayattıkları şeylerin çoğu gençliklerinde yapamadıklarıdır. Hani ben ettim sen etmeden gelen merhamet olsa amenna… Buna diyecek yok.Çoğunlukla yapmamızı dinin bir rüknüymüş gibi zorladıkları şeylerin altında İslam’a hassasiyet değil, komşu ve akraba çocuklarından daha iyi olsun yarışı ile çevrenin tepkisinden çekinmedir.

Koca cüsselerine, takımlarına ve tok seslerine baksanız ne kadar önemli şeylerden bahseder zannedersiniz. O ses  ve heybet köyü doldurur da zamanlarını, enerjilerini, fikirlerini harcadıkları şeylere baksanız özünde ceviz kabuğunu doldurmaz.

Derler ki uzun yıllar yaptığın iş, zihin dünyanı, hayata bakış şeklini belirlemede çok etkilidir. Bizim eskilerin yıllarca yaptığı iş hayvancılık olunca çocuklarını bir sürü, kendilerini de çoban olarak görürler. Sürüden mutlak itaati, kendilerini de itaati denetleme konumunda görürler. Peygamberin, “ herkes ev halkının çobanıdır” sözünden, “herkes kendi bünyesindekilerin sorumluluğundadır” anlamını çıkarmazlar. Kendilerini çocuklarının her türlü isteğinin belirleyicisi, çocuklarını da bu isteklerinin itaatçisi olarak görürler.

Bir çok defa isteklerine meşruiyet kazandırmak için “dinde de var” diyorlarsa da din, Allah’ın insanı özgür yarattığını, Allah’tan başka kimseye kul olmamasını ister. Tüm bağlardan kurtulmak için Allah’a bağlanmak gerektiğini özümler.

 Taklidî inançlılar yüzeysel bir imana sahip olduğundan dinin kişiyi özgür kıldığını bilmez, çocuklarına aktarmazlar. Bunu bilmediklerinden Allah’ın kurallarına farkında olmadan soyunurlar. Halbuki insan fıtratı, özellikle gençlik yıllarında, normların bir anlam ve amaca dayanması nispetinde kabul eder. Baba, çoğu defa isteklerinin kendi keyfi istekleri değil de Yaratıcının bir isteği olduğunu bütün fotoğrafı göstererek aktarabilse hazmı rahat mayası daha sağlam olur.

Siirt’te kayıp bir nesiliz. Hayatın temel paradigmalarını belirleyen en kritik yıllarımız bu mantığın gölgesinde yetişti. Resmin bütününde politik hesapların kendi korkularından kaynaklanan sebepler dizisinin toplumda yarattığı güdük, korkak ve kendine güvensiz birey tipinin üzerimizdeki büyüsüdür yaşadıklarımız ve bir türlü çözemediğimiz. Yoksa büyüklerimize sitemim "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla"dır. Basit ironik cümlelerle yarayı hafifletmedir kendimce…

Bu yasakçı  mantık çok eskilere dayanır. Ruh ve zihin dünyalarını, Allah’ın gösterdiği yerden ayarlamayan her kişi ve kurum kendi gösterdiği yerden herkesin bakmasını ve öyle düşünmesini ister. Bu zihin ve bakış kendisi ve kendisiyle ilgili olanlar gibi düşünmeyen ve yaşamayan herkese ucube, geri kalmış gözüyle bakar. Hayatın merkezine kendisi ve kendisiyle ilgili milletini, ailesini, kültürünü koyduğu için onun dışında olanları hayattan ve insanlıktan mahrum sanır. Onun koyduğu sınırlar doğru, yanlış dedikleri ise yanlıştır. Bu durum çok ilginçtir müslümanım ya da solcuyum demekle veya şu partidenim demekle aşılmayacak bir sorundur. Temelde insani ve vicdani bir sapmadır yani ontolojiktir. Kirlenmiş bir zihin ve kalbi “müslümanım”veya “demokratım” demek mi giderecek?

Çarpıcı bir cümledir Bediüzzaman’ın söylediği: “her müslümanın her hareketi müslüman olmadığı gibi, her kafirin her hareketi de kafir değildir. Bazen bir müslüman kafir bir davranışta bulunabileceği gibi bir kafir de müslüman bir davranış sergileyebilir.

En temel yanlışlıktır ben bu etikete ve bu isme sahip olduktan sonra kendini yeterli görmek. Bence kişi ve kurumlara yaptıklarının niteliklerine bakarak tartmak gerek. Sahip olduğun bir camia ya da değer verdiğin bir insan yanlışlık yaparsa bu o yanlışı doğru kılmaz. Tam tersi, karşı görüşünde olan doğruyu söylediğinde bu onu yanlış kılmaz. Hakikatin hatırı tüm hatırların üstünde olmalı. Yoksa bir zaman olur ki kendi kendimizle yabancılaşır, kendimizi bile tanıyamayacak hale geliriz. Kendisine yabancılaşan kendi kültürünü, ailesini nasıl anlasın. Tarihin, geleneklerin, mahallenin, politikaların, aile baskısının taktığı tasmaya bir de kendini tanıyamamanın tasması eklenirse nefes alan kafesten farkımız kalmaz ki.

Siz siz olun birileri bir şey yapıyor diye kendinizi yapmak zorunda hissetmeyin. Siz siz olun içinizin özümlemediği şeyi partiniz, sendikanız hatta aileniz istiyor diye yapmaya kalkışmayın. Hazmetmediğinizi yapmanız ne o partiye, ne o aileye bir fayda verir.

Yani “siz siz olun”.

(s. nazlı) 

Yorumlar

  1. Kalemine sağlık Serkan hocam öz benliğimizi ve öz bilincimizi şahlandıran bir yazı olmuş...Bizi biz yapan anlayışın yolunu aydınlatmışsın ...sevgi ve saygılarımı sunuyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şerefhan çok teşekkür ederim, yine yüreğinin cömertçe sunduğu kelimeleri esirgememişsin. Aslında bu bir deneme yazısıydı. Blog açarak bağımsız, bir çeşit kendime ait yazıların olduğu site nasıl olabilir diyerekten oldu. Sefa kardeşimin fikrini alayım diye gönderdim, paylaşmış. Senin fikrin için de arayacağım özelden inşallah... Seni seviyorum... :)

      Sil
    2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Dövüsü

Beklenti Ihlali

Mutluluk